Vaktiyle bir ülkenin yönetimini üstlenmiş olan Hükümdar, yanında has adamları olduğu halde ava çıkmıştı. Seyisin seçtiği en çevik ve güzel ata binmiş, yanına burnu her türlü kokuya duyarlı av köpeklerini almış, av mevsiminde, ormanda av kolluyordu. Bir orman köyünden geçerken güzellikte cennet kızlarını aratmayan bir cariye gördü. Görünce gönlünü kaptırdı.
Adamlarına,
‘kabul ederse derhal bedelini ödeyin bizimle gelsin’ diye emretti.
Sordular, sahibinin de rızasıyla katıldı Hükümdar’ın heyetine. Av bitince saraya döndüler. Hükümdar, eş edindi ve tutkuyla bağlandı ona. İnsandı bu, hep aynı kararda durmuyordu. Kadın hastalandı, şiddetli bir ateşle yataklara düştü. Ülkede ne kadar yetkin doktor varsa çağrıldı. Hükümdar,
‘benim sağlığım önemli değil, şimdi sizi canımın canı için çağırdım. O hasta. Her kim onun iyileşmesini sağlarsa, hazinemin kapıları ona sonuna kadar açılacaktır’ dedi.
Hekimler aralarında bir heyet seçerek derhal işe koyuldular. Hastayı defalarca muayene ettiler. Doğru teşhis koyabilmek için çabaladılar. Hekimbaşı, merak içinde bekleyen Hükümdar’a,
‘sultanım’ dedi, ‘siz kaygılanmayın, onu tedavi edeceğiz, elimizde çeşitli ilaçlar var’
Tedaviye başladılar.
Aradan günler geçti. Cariye bir türlü iyileşmiyor, günden güne eriyip gidiyor, sararıp soluyordu. Hükümdar, doktorların çaresizliğini görünce, iki rekat namaz kılarak istiğfarda bulundu, ellerini açıp dua etmeye başladı. Bu haldeyken uyuyakaldı.
Düşünde ak saçlı bir ihtiyar,
‘müjdeler olsun ey hükümdar’ diyordu, ‘dileğin kabul edildi. Yarın sarayına bizden biri gelecek, onu hemen kabul et ve hastanı göster’
Hükümdar sevinçle uyandı. Sabahı pencereden gözledi. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte bir pir çıkageldi. Hemen kapıları açtırdı, buyur etti adamı. Hal hatır sorup söyleştikten sonra kadının yanına götürdü. Adam, kadını muayene ettikten sonra,
‘hekimleriniz onu mahvetmiş’ dedi, ‘şimdi herkes çıksın odadan, onunla yalnız kalmalıyım’
Odayı boşalttılar.
Adam, kadının nabzını tuttu, kadına kim olduğunu, memleketini, hayatını, ailesini sordu. Bütün sırlarını öğrendi. Nabzını tutarken hangi adı söylediğinde fazla atıyorsa onun üzerinde durarak daha ayrıntılı sorular sordu. Kadın, Semerkant’tan ve altın’dan söz edilince heyecanlanıyor, nabzı fırlıyordu.
Adam, Hükümdar’a giderek,
‘senin cariye’ dedi, ‘Semerkant’lı bir kuyumcuya aşık. Buna gönül hastalığı denir. Sevgilisine kavuşmazsa kesin ölür, artık sen bilirsin’
Hükümdar, gönül hastalığının önü alınmazsa ölümcül olduğunun farkındaydı. Derhal adamlarına emir verdi. Semerkant’taki kuyumcuyu bulup getirdiler. Onları evlendirdi.