Malsız, mülksüz, evsiz, barksız bir adam vardı. Aç gözlü ve arsızdı. Aynı zamanda insanları aldatırdı. Kadı buna ceza verdi. Hapishaneye koydu.
Kısa zamanda oradakileri de kendinden bıktırdı. İnsanlık şerefini ayaklar altına alan bu adam, çağrılmadığı halde, sinek gibi her sofraya dalardı. Altmış kişinin yiyeceğini tek başına yerdi. Selâmsız, sabahsız, yüzsüzlükle oturduğu sofrada, hiç kimsenin bir lokma yemesine fırsat vermezdi.
Zindandakiler bu durumu kadıya şikâyet ettiler: ”Ya bu rezil adamı buradan al ya da bunun yemeğini ayrı olarak gönder.”
Kadı durumu inceleyince, hapishanedekilerin haklı olduğunu anladı. O adamı huzuruna çağırtarak,
”Bu zindandan çık git. Evinde otur.” Adam, ”Hapishane benim için cennet gibi. Eğer beni oradan çıkartırsan, yokluktan, yolsuzluktan ölürüm” dedi.
Kadı bu adamın kötülüğünü ve hiçbir şeyinin olmadığını, bütün şehirde bilinmesine karar verdi.
Tellâlları çağırdı: ”Kimse ona bir şey satmasın. Bir kuruş bile olsa, borç vermesin. Bu adamı dava etmek için gelenlerin, davasına bakılmayacaktır. Bütün şehri gezdirin, herkese duyurun” dedi.
Odun satan birinin devesine bu sahtekârı bindirip, akşama kadar dolaştırdılar. Akşam olunca oduncu, ”Sabahtan beri deveme bindin. Deve için, bir avuçluk saman parası ver” dedi.
Adi herif, ”Şehirdeki bütün canlı cansız ne varsa, hepsi benim ne mal olduğumu öğrendi. Sen öğrenemedin mi? Bu vakte kadar devenle, benim müflis biri olduğumu duyurmak için dolaştık. Haydi yürü git evine” dedi.
***
Bu hikâyedeki tellallar, enbiya ve evliyalardır. Müflis adam dünyadır. Deveci de gaflet ehli insanları temsil etmektedir. Enbiya ve evliya, insanların geçici dünya zevklerine dalmamalarını öğütler. Gaflet içerisindeki insanlar, onların nasihatlerine kulak asmaz, dünyadan fayda umarlar.