Susuzluktan yüreği yanan adam, ırmağın kıyısındaki yüksek, kerpiç duvara oturmuştu. Sudan çıkmış olan balık nasıl tekrar ona kavuşmak için çırpınırsa, adam da suya ulaşmak için öyle uğraşıyordu. Ne var ki duvar yüksekti, ne denli çabalasa yetişmesi imkansızdı.
Az sonra oturduğu duvarın kerpiçlerine dikti gözünü. Hayli nemlenmiş ve yıpranmışlardı. Epeyi uğraştıktan sonra birini sökmeyi başardı. Alıp suya attı.Çıkan ses, kulağına bir gözeden çıkan suyun sesi gibi geldi.Sevgilinin tatlı sesi gibi, sarhoş edici.
Başka bir kerpiç kopardı, attı suya. Sesi keyifle dinledi.
Bir kerpiç daha söktü…bir daha, bir daha..derken işin coşkusuna kaptırarak kendini, hızlandı.
Attıkça, su, sanki,
‘bana bu kerpiçleri atarak ne elde edeceğini sanıyorsun?’ diye soruyordu.
Adam, suya seslenerek,
‘iki yararı var’ dedi, ‘biri susuzluktan kavrulan yüreğimi serinletiyor. Sesin, tıpkı İsrafil’in sesine benziyor. Ölülerin bile canlandığı ve kulak verdiği sese. Su bekleyen bitkilerin, otların ve çiçeklerin sıcak yaz günlerinde duydukları ve yağmuru müjdeleyen gökgürültüsüne…Diğer faydası ise, koparıp attığım her kerpiç, beni sana biraz daha yakınlaştırıyor’