Adam, büyük bir şehre geldi. Şehrin çarşılarını gezerken, attarların bulunduğu sokağa girdi. Menekşe, gül, lavanta, nane ve ıtır kokularının doldurduğu sokakta bir süre yürüdü. Biraz sonra fenalaşmaya başladı, yere yığıldı. Görenler koştu, başına toplandılar. Kimisi nabzına bakıyor, kimisi kalbini dinliyor, kimisi ellerini ovuyor, burnuna gülyağı sürüyordu. Ne yaptılarsa olmadı.
Adam ayılmıyordu. Çaresiz bir halde sağa sola koşturdular lakin derdinden anlayan çıkmadı. Hekimler geldi baktı, bir şey anlayamadı. Adamın yakınlarına haber saldılar, uğraşmayan kalmadı ama kendine gelememişti.
Bu halde saatler geçti, kimse bir şey yapamadı. Derken oradan geçmekte olan bir deri ustası Adam’ı tanıdı ve,
‘sakın!’ dedi, ‘ona gülyağı filan koklatmayın, bekleyin az sonra geleceğim’
Ve süratle giderek harabe bir yerden köpek pisliği getirdi, burnuna tuttu. Tutar tutmaz Adam ayılmaya başladı. Az sonra kalktı, arkadaşıyla birlikte gittiler.
Meğer Adam debbağ idi, yıllarca pis kokulara alışmış, ıtır kokuları arasında gezinirken dayanamayıp bayılmıştı.