Musa aleyhisselâm, yolda giderken bir çobana rastladı. Çoban şöyle diyordu: ”Ey Allahım! Ey Allahım! Sen neredesin? Sana kul kurban olayım. Çarığını dikeyim. Saçlarını tarayayım, Elbiseni yıkayayım. Bitlerini kırayım. Sana süt getireyim. Elini öpeyim. Ayağını ovayım. Uykun geldiğinde yatacağın yeri süpüreyim.
Ey büyük Allahım! Bütün keçilerim yoluna kurban olsun. Hey hey diye çağırıp, feryat ettiğim rabbim benim.”
Musa aleyhisselâm sordu: ”Sen bunları kimin için söylüyorsun?” Çoban, ”Yeri göğü yaratan, Allahıma söylüyorum” dedi. Hz. Musa, ”Sen aklını mı kaybettin? Böyle saçma sapan şeyleri nasıl söylersin? Ayakkabı, çorap gibi şeyler sana ait ihtiyaçlardır. Âlemlerin rabbinin bir şeye ihtiyacı olmak gibi bir sıfatı yoktur. Böyle konuşacağına, ağzına pamuk tıkayıp susman hayırlıdır” diyerek çobanı azarladı. Çoban, ”Ey Musa! Bu azarlamanla, sen benim ağzımı diktin. Pişmanlık ateşiyle canımı yaktın” diyerek, bir ah çekti. Elbisesini yırtıp, çölün yolunu tuttu.
Biraz sonra Hz. Musa’ya vahiy geldi: ”Kulumuzu bizden ayırdın. Senin görevin, kullarımı bana yaklaştırmak mı? Yoksa ayırmak mı?”
Bu ikaz üzerine Hz. Musa, çobanın peşine düştü. Çobanı bulup müjde verdi.
”Senin için Allah izin verdi. Bildiğin gibi ibadetini yapacaksın. Gönlüne nasıl gelirse öyle söyle.” Çoban, ”Ey Musa! Daha önce içinde bulunduğum cezbe halinden çıktım. Şimdi sözle anlatılamayacak bir hal içerisindeyim” dedi.
***
Yaptığımız taat ve ibadetlerin Hakk’a lâyık olmadığını bilmeli ve itiraf etmeliyiz. Yaptığımız hamd ve senâyı, çobanın sözleri gibi uygunsuz kabul etmeliyiz. Gerçekten de bizim şükrümüz ne kadar mükemmel olursa olsun, Hak Teâlâ’ya nisbetle eksiktir, kusurludur.