Lokman, işinde becerikli, sadık ve sevilen bir köleydi. Efendisi ona oğullarından daha çok güvenirdi. Çünkü o, görünüşte köleydi ama nefsinin efendisiydi. Efendisi, ondaki bu olgunluğun farkındaydı.
Lokman’ı âzat etmek için uygun bir fırsat kolluyordu. Efendinin önüne yemek geldiğinde, Lokman’ı çağırır, önce onun yemesini isterdi. Onup yiyip içtiklerini zevkle yer, yemediklerine elini sürmezdi. Bir gün, efendiye bir kavun hediye getirdiler. Her zaman olduğu gibi Lokman’ı çağırttı.
Kavundan bir dilim kesip Lokman’a uzattı. Lokman, ikram edilen kavunu iştahla yedi. Efendi bir dilim daha verdi. Lokman, aynı şekilde onu da yiyip bitirdi. Efendi Lokman’ın kavunu iştahla yediğini görünce, çok sevdiğini düşünerek, bir dilim kalasıya kadar hepsini ikram etti. Son kalan dilimi ağzına götürüp bir lokma alınca, kavunun tadının zehir gibi olduğunu farketti.
Kavunun acılığından gözünden ateş çıktı. Boğazı yandı. Dili kabardı. Ağzındaki acılık gittikten sonra, Lokman’a, ”Böyle acı kavunu nasıl iştahla yedin?” diye sordu. Lokman, ”Efendim! Bugüne kadar sizin birçok güzel ikramınıza nâil oldum. Acı olduğunu bilmeyerek verdiğiniz bu ikramı, geri çevirmekten utandım. Ayrıca size olan sevgim, kavunun acılığını bana hissettirmedi.”
***
Acılar, sevgiyle tatlılaşır Bakır, yoğurulunca sevgiyle altın olur Bulanmışlar, sevgiyle durulur Dertler, sevgiyle devasını bulur Sevgi, ölüyü diriltir Şahı ise sana köle yapar.