Yoksul Bedevi, çadırda eşiyle oturuyordu. Karısı yakınıyordu,
‘yoksulluk bize özgü. Eziyeti biz çekiyoruz, herkesin hayatı refah içinde geçiyor. Ne ekmeğimiz ne katığımız var. Suyumuz gözyaşından ibaret, testimiz bile yok. Güneş olmasa çıplağız, dolunay olmasa döşeğimiz yok. Halimiz nolacak?’
Adam,
‘daha ne zamana kadar’ dedi, ‘dünya malının peşinden koşacaksın? Şurada ne kadar ömrümüz kaldı ki…Aklı başında olan fazlaya eksiğe bakmaz. Genç iken sen daha kanaatkardın, yaşlandıkça ihtirasın artıyor. Altının ardından koşuyorsun, oysa sen altın gibiydin, noldu sana böyle?’
Kadın dinlemiyordu onu. Bildiğini okuyordu,
‘senin bu boş sözlerinden bıktım artık’ dedi, ‘halimizi görmüyor musun? Bulduğuyla yetinmekten söz ediyorsun. Ne bulduk ki kanaat edelim? Bırak bu yaldızlı sözleri’
Adam,
‘yahu’ dedi, ‘sen kadın mısın yoksa keder mi? Ben yoksulluğumla övünüyorum. Para-pul, mal-mülk baştaki külah gibidir. Külahı ise ancak keller takar. Zengin gırtlağına kadar kusura gömülmüş kişiye denir. Kusurlarını parası örter. Fakirliği hor görme. Allah benden uzak kılsın, kimsenin malında gözüm yok. Yüreğimde kanaat zenginiyim ben. Ey sızlanmaktan usanmayan kadın! Dünya malına heveslenmeyi bırak artık. Benimle kavga etmeyi bırak. Ben barış ve sessizlikten yanayım. Böyle konuşmayı sürdürecek olursan vallahi terkederim seni’
Kadın geri atarak,
‘nasıl konuşuyorsun böyle?’ dedi, ‘ben senin ayağının tozuyum. Neyim varsa senindir, canım cismim senindir. Yoksulluk canıma tak ettiyse bu seni düşündüğüm içindir. En zor anlarımda bana yoldaş oldun. En hasta zamanımda bana derman buldun. Ama hakkımda kötü düşünürsen ben de kendimi bağışlamam. Tamam, nasıl istiyorsan öyle olsun’
Bu kez pişmanlık sırası Bedevi’deydi,
‘tamam tamam’ dedi, ‘üzülme, seni bütün kalbimle seviyorum’
Kadın atıldı,
‘sahi beni hala eskisi gibi seviyor musun?’
‘Yemin ederim’ dedi Adam, ‘seni eskisinden de çok seviyorum’
‘Öyleyse’ dedi Kadın, ‘senden bir isteğim var.’
‘Söyle’ dedi Adam.
‘Bağdat’ta’ dedi Kadın, ‘halifeler oturur biliyorsun. Diyorum ki sen de oraya gitsen. Belki gün gelir Allah seni de halifelik makamına eriştirir’
Bedevi şaşırdı,
‘nasıl olur, benim gibi yoksul bir bedevi, bırak sultan olmayı, huzuruna bile çıkamaz’
Kadın,
‘ne diyorum bak’ dedi, ‘testimizde tertemiz yağmur suyu var. Zaten sahip olduğumuz tek şey de o. Onu al ve padişaha götür. Bizim bundan başka bir şeyimiz yok de. Zaten çölde bir insana en büyük armağan sudur. Hazinen olsa neye yarar ki, suyun olmayınca’
Zavallı kadın, Bağdat’ın ortasından Dicle’nin gürül gürül aktığını nereden bilsin.
Eşine çekici gelmişti bu düşünce,
‘doğru’ dedi, ‘çölde yağmur suyu altından değerlidir. Ancak padişahlara layıktır’
Gün ışıyınca uyandı Bedevi, testisini bir keçeyle sardı, ağzını sık sıkıya kapadı, sırtına vurarak yola düştü.
Bağdat’a doğru gidiyordu. Giderken de hırsızlar kapmasın diye testisini gözü gibi koruyordu.
Günlerce yol aldıktan sonra kente vardı. Doğruca saraya gitti. Muhafızlar isteğini sorunca da,
‘ben’ dedi, ‘yoksul bir bedeviyim. Padişahımızın bağışını umarak bu armağanı ona getirdim. Eşi benzeri bulunmaz tatlı bir sudur bu. Ona sunacağım’
Adamlar adamın saflığına için için güldüler ama, niyetinin saflığını görünce,
‘peki’ dediler, ‘sen bekle biz haber verelim.’
Bedevi, oracıkta, Dicle’nin çağıldayışından habersiz oturuyordu. Muhafızlar durumu bildirince, Padişah,
‘testideki suyu alın, içini de altınla doldurarak verin ve gemiyle Dicle üzerinden geri dönmesini sağlayın’ diye emretti.
Bedevi şaşkınlık içindeydi. Herkesin bir damla suya hasret kaldığını düşünürken, şimdi ırmağın üzerinde, suyun tam ortasında evine dönüyordu. Ve halifenin armağanını kabul edişindeki inceliğe bakarak,
‘sana sonsuz şükürler olsun Rabbim’ diyordu.