Kurt, Tilki ve Arslan arkadaş olmuş, avlanmak için ormana gitmişlerdi. Akşama kadar bir yaban öküzü, bir dağ keçisi bir de tavşan avladılar. Sırtlanarak mağaraya döndüler. Mükellef bir ziyafet sofrası kurdular. Sıra paylaşıma geldi.
Arslan, kurda dönerek,
‘hadi dostum’ dedi, ‘şunları üleştir de afiyetle yiyelim.’
Kurt biraz düşündükten sonra,
‘sultanım’ dedi, ‘yaban öküzü sana layıktır, ormanın en güçlüsü ve bileği bükülemeyeni sensin. Bendeniz de keçiyi alayım, eh tilkiye de tavşan kalıyor’
Arslan kükredi,
‘küstah!’ dedi, ‘bu nasıl bölüştürme böyle, ormanın kralı buradayken sana hisse düşer mi?’
Ve bir pençeyle yere yıktı, parçaladı onu. Tilki’nin korkudan dizleri çözülmüştü. Tir tir titriyordu.
Arslan, sinirli bir sesle,
‘ne bakıp duruyorsun şapşal’ dedi, ‘pay et şunları’
Tilki başına geleceği görmüştü, güçlükle doğruldu, arslanın önünde eğilerek,
‘ey şahlar şahı!’ dedi, ‘tavşanı kahvaltıda yersiniz, öğle yemeğinizde lezzetli bin keçi yahnisi sizin için iyi olacaktır, akşama ise öküzü afiyetle yersiniz’deyince, Arslan gevrek gevrek güldü,
‘bu adil paylaştırmayı nereden öğrendin dostum?’
Tilki, kanlar içinde cansız yatan Kurt’a bakarak,
‘bu küstah kulunuzdan efendim’ dedi.