Dervişin birini sımsıkı bağlamışlardı.
Dudaklarını oynatıp Allah’a gizlice bir şeyler söylüyordu.
Birisi o yüce sırrı anlamak için dudağına kulak verdi.
Allah diyordu ki,
‘Ben senin divanen bin müddettir, seninle bir evde oturmadaydı. Eve onunla beraber sığmadın.
Evde ya sen oturmalıydın ya o. Hükmüne uydum evden çıktım işte. Mademki sen varsın, bu deli gitti artık. Bu mezhepte bundan başka yol yok.
‘Bizden, ben’den daha beter bir şirk bir günah olamaz. Oğul, bu daracık evden çık. Yükün ağır, eşeğin de topal. Pılını, pırtını topla da buradan mekansızlık alemine göç. Aşk burağına bin, sür! Aşk yükünü ancak can beygiri çeker. Fakat ebediyet mekanına varmaya imkan yok, kolay değil bu iş. Bu kapıya kapılan da padişah, belki ansızın seni, kendi hasları arasına alır, kendine yaklaştırır, olur ya. Ancak senin, bu kapıda bulunman gerekir.
Başka türlü olamaz, başka yolu yoktur.’