Üç Şehzade Öyküsü

Bir padişahın üç oğlu vardı. Hepsi de birbirinden eliaçık, korkusuz ve anlayışlı idi. Ülkeyi tanımak için bir geziye çıkmak istediler. Ülkenin işlerini düzene koymak için her yeri gezeceklerdi. Vedalaşırken babaları dedi ki,

‘nereye gitmek isterseniz gidin, ama sakın Akıl-Kapan adlı kaleye gitmeyin. O kalenin her yeri güzel resimlerle, süslemelerle doludur. Ama Yusuf’un aklını almak için Züleyha’nın odası da öyle süslüydü. Sakın oraya gitmeyin, yoksa büyük bir bela sizi bulur.’

Şehzadelerin merağı uyanmıştı. Babalarına gitmeyeceklerine dair söz verdiler, ama ‘İnşallah’ demediler. Böylece yasak kaleye doğru yola çıktılar. Kaleye vardıklarında, kaleyi gezdiler ve kaledeki süslemelere, resimlere hayran kaldılar. Sonra Çin padişahının kızının resmini gördüler. Üçü de kızın güzelliğine hayran kaldılar, ona aşık oldular. Hemen onu bulmak için yollara düştüler. Ama kızın babası çok kıskançdı, hiç kimseyi kıza yaklaştırmıyordu. Şehzadeler oturup ağladılar. Sonra büyük kardeş, ‘herkese sabır tavsiye ederdik. Oysa şimdi halimize bakın. şimdi sabır sırası bizde’ dedi.

Böylece üç şehzade başkalarına yaptıkları kılavuzluğu bu durumda kendilerine uyguladılar. Derhal yola koyulup, herşeyi arkada bırakıp Çin’i dolaşmaya başladılar.

Sırlarını hiç kimseye açmadan aşklarının izini sürüyorlardı. Bir süre sonra artık büyük kardeş dayanamayıp kendisini Çin padişahına tanıtmaya karar verdi. ‘Gücüm kalmadı, ayrılık bana yetti, bu yolda ölürsem öleyim’ dedi.

‘Yapma, kendini bile bile tehlikeye atma’ diye uyarmaya çalıştı diğer ikisi, ama onun sabrı tükenmişti artık. Sonunda padişahın kapısına vardı. padişahın yardımcılarına derdini anlatmaya başladı. Padişah da sezgileri güçlü biriydi. Onun yanında olmasa bile, zaten derdi ilk bakışta hisseden yüce bir kişiydi. Yardımcıları durumu padişaha ilettiler, o da şöyle dedi,

‘bu delikanlı hangi ülkeyi isterse ona verin, arkasında bıraktığı mal mülk neyse onun yirmi mislisini bağışlıyorum ona.’

Oysa delikanlı kulluk uğruna padişahlığı bırakıp gitmişti zaten. Sufi aşka gelip çoştuktan sonra hırkasını atar da, sonra tekrar o hırkayı alır mı hiç?

Kendisi padişahı avlamaya niyetlenirken padişahın armağanları, lütufları onu avladı. Delikanla hep sustu, ama gönlü padişahla sürekli sohbet ediyordu. Herşeyin gizli bir anlama doğru ilerlediğini farketti. ‘Öyleyse beni bukadar kendine çeken suretin hikmeti nedir?’ diye düşündü.

Padişahın kapısında gördüğü iltifat, güneşin karşısındaki ay gibi eritti onu. Zaman geçti, delikanlının muradı padişahın kapısında muradına ermeden akıp gitti. Sevgilinin sureti ondan gizlendi. O, bedenden soyundu, sevgili, suretten soyundu.

Bu arada küçük şehzade de hasta olmuştu. Büyüğün cenazesine sadece ortanca kardeş katılabildi. Padişah bu sefer onu ağırladı, ‘sen ondan bir armağansın bize’ dedi. bu sefer o delikanlı ayrılık ateşiyle yanan bedeninde bambaşka bir ateş hissetti. Nice sırlar gözünün önünde açıldı, canı bedenden kurtuldu, ‘daha yok mu?’ diye sesleniyordu. Padişahın gönlünden şehzadeye nice sırlar akıyordu. Ne var ki bir süre sonra şehzadede bir boşvermişlik duygusu belirdi. Zamanla bu, azgınlığa dönüştü. ‘Ben de bir padişahım, niye kendimi ona teslim ediyorum ki?’ diyordu.

Onun bu şükürsüz hali, padişahı çok üzdü. Padişahın kalbindeki dert ona da ulaşınca, sarhoşluktan uyandı, kendine geldi. Gördü ki benlik zehiri içini kaplamış, Adem gibi uzaklaşmış cennetten. Ağlayıp, tövbeler etti. Nefsine teslim olunca, bir yıl sonra o da öldü. ‘Öldüren de kendisi, ölen de’ dedi padişah. Böylece üç şehzade içinde en tembeli olan sureti de kaptı manayı da. Bilge kişiler iki dünyadan da geçmiş en tembel erlerdir. Onların işini Allah görür.

Check Also

Üzüm Kavgası Mesneviden Hikayeler